Kırmızı Çizgi James Barr

 KIRMIZI ÇİZGİ



KİTAPIN ADI: Kırmızı Çizgi
Yazarı: James Barr
Sayfa Sayısı: 472
Baskı Yılı: 2016
Dili: Türkçe
Yayınevi: Pegasus Yayınlar
Çevirmen: Ekin Can Göksoy

 


JAMES BARR

Oxford, Lincoln College’da modern tarihi eğitimi aldı. Arabistanlı Lawrence ve Arap İsyanı üzerine olan Setting the Desert on Fire adlı kitabı 2006 yılında, Orta Doğu’da Britanya ve Fransa’nın hâkimiyet mücadelesini anlattığı Kırmızı Çizgi ise 2011 yılında yayımlandı. Hâlihazırda, savaş sonrası Orta Doğu hakkında bir kitap üzerine çalışan Barr, Daily Telegraph’ta ve Londra Belediyesi’nde çalışmış, Paris’teki İngiliz Konsolosluğu’na siyasi danışmanlık yapmıştır. Şimdilerde ise bir yandan kendi araştırma ve danışmanlık şirketini yönetirken bir yanda da King’s College Londan’da yarı zamanlı öğretim üyeliği yapmaktadır.

KIRMIZI ÇİZGİ

T. E. Lawrence, Winston Churchill ve Charles de Gaulle gibi siyasetçiler, diplomatlar, ajanlar ve askerlerden oluşan yıldız kadrosuyla Kırmızı Çizgi bizlere İngiliz ve Fransızların Orta Doğu’yu yönettiği kısa ama çok önemli bir dönemin hikâyesini canlı bir biçimde anlatıyor. Kitap aynı zamanda bu iki güç arasındaki eski çekişmenin bugün bizim için çok tanıdık olan, Araplar ile Yahudiler arasındaki çatışmayı nasıl ateşlediğini ve en nihayetinde 1941’de İngilizler ile Fransızlar, 1948’de de Araplar ile Yahudiler arasındaki savaşlara nasıl vesile olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Yazar Orta Doğu’nun kaderine yön veren ve bugün bölgenin adeta gayya kuyusuna dönüşmesine hatırı sayılır bir rol oynayan İngilizler ile Fransızlar arasındaki gizli kapaklı mücadeleyi anlatmaktadır.
Kitap I. Dünya Savaşı içinde ünlü Sykes-Picot anlaşmasıyla İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’yu ve Doğu Anadolu’yu paylaşmasıyla başlıyor. Kitabın konusu Ortadoğu’nun paylaşılması I. Dünya Savaşı’ndan 1950’ye kadar Ortadoğu tarihini inceliyor.

ÇÖZÜMSÜZLÜK

O dönemin ilk olarak güçlü olan Fransa, İngiltere, Almanya, Rusya ve sanayileşmeye geç katılan İtalya’yı ele almak gerekir.  Bu devletlerarasındaki çıkar çatışmaları, istihbarat güçleri, sanayileşme ve siyasi politikalar orta doğuya sıçramış ve Orta Doğu ülkelilerin geleceklerini etkileşmiştir.  Dönemin expert güçleri olan İngiltere Petrol ihtiyacı, Almanya’nın yayılmacı politikası Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası, Fransa’nın İngilizlere rakip olması çıkar çatışmasını hızlandırmıştır.  Ancak ihtilal sonrası Çarlık Rusya’nın yıkılması ve Sovyet Rusya’nın kurulması, Almanya’nın dünya savaşında yenik çıkması, Orta Doğu coğrafyasında İngiltere ve Fransa rekabete sürüklemiştir. 
İngiltere ve Fransa arasındaki bu şiddetli rekabeti bu kadar önemli kılan şey ise bugünkü Arap-İsrail çatışmasını körüklemiş olmasıdır. İngiltere’nin Orta Doğu’daki Fransız emelleri bozmak için Siyonistleri kullanması Araplar ve Yahudiler arasındaki gerilimin çarpıcı bir biçimde tırmanmasına yol açtı. Ancak Yahudilere büyük ölçekli göçleri organize etmelerinde yardımcı olarak ve batık İngiliz mandasını karmaşasının içine sürükleyen terörizmi 1948’de ortadan kaldırarak İsrail devletinin kuruluşunda hayati bir rol oynayan da Fransa’ydı. Bu Kitap olayların nasıl böyle bir duruma geldiğini izah etmeye çalışmış.

CİHAD ÇAĞRISI

1914’ te,  Dünya savaşının başlangıcında İngiltere eski rakipleri Rusya ve Fransa ile Almanya ve Osmanlı müttefikleriyle savaşmak için bir araya gelmişti. Ancak Batı Cephesi hızla kitlenince iki Batılı güç strateji üzerine tartışmaya ve daha henüz geride bırakılmış kıskançlıklar yüzeye çıkmaya başlamıştı. Fransızlar Batı Cephesi’nde tüm güçlere ani bir saldırı tarafındayken, İngilizler böyle bir saldırı öncesinde silah başı çağrısına cevap veren gönüllülerin eğitilmesini istiyordu. Buna karşılık birde Osmanlı’nın dünyadaki Müslümanlara düşmanlarına karşı cihatta Osmanlıya katılması için çağrı yapınca İngilizler, yüz milyon Müslüman tebaasının doğrudan hedefi olmuştur. İngilizler ise ‘doğulular’ yerine zayıf olan Osmanlı’yla ilgilenmeleri gerektiğini söylüyordu. Bunun ardından oluşan İngilizler İslam kaynaklı yerel ayaklanmamaları Hindistan ve Sudan’da bastırmıştı. Osmanlı tehdidini çok ciddiye almışlardı. Cihadın ilanından birkaç hafta sonra ‘Doğulular’ Osmanlı İmparatorluğu’nu ele geçirmek için eşzamanlı Gelibolu ve İskenderun çıkarması planını geliştirdiler. İskenderun planı Fransa’yı harekete geçirdi. Fransızlar İngilizlerle olan iki yıllık anlaşmalarını hatırlattı ve bu planı uygulamaktan vazgeçmelerini istedi. Bu baskı sonucu Fransızlarla ilişkiler kompası düşüncesiyle bu plandan vazgeçildi. Onun yerine, altı hafta sonra Çanakkale Boğazına çıkartma yapıldı. Bu çıkarmada bozguna uğrayanın Osmanlı olması beklenirken İngiltere ve Fransa bozguna uğratıldı. Hemen arkasından bir yıl sonra, 29 Nisan 1916'da, 8 bin kişilik İngiliz ordusu, bugünkü Bağdat'ın 160 kilometre güneyindeki Kut kasabasında Osmanlı ordusuna bir kez daha bozguna uğradılar. 1916’da, İngilizlerin Kut’ül Amare’de bozguna uğramasının hemen ardından Osmanlı topraklarının paylaşılması konusunda İngilizleri ve Fransızları birlikte hareket etmeye yönlendiren en büyük sebep oldu.

PAYLAŞILAMAYAN TOPRAKLAR

Araplar Osmanlı İmparatorluğu’ndan özerk olmaları için ilk Fransa’dan yardım istemiş fakat Fransa hükümeti Osmanlı ile çıkarlarından dolayı bu desteği vermemiş. Fransızlardan cevap alamayan Araplar İngilizlere yönelerek gizlice görüşmelere gitmiş.  Görüşmelerde Arap temsilci Mekkeli Şerif Hüseyin bölgesel hak iddiasında bulunmuş. Bu olaylar esnasında gelişen Gelibolu çıkarmasında da istenilen sonuç alınamayınca, Türklerin karşı saldırıya geçmesinden ve Arap ayaklanmalarından korkan İngilizler Şerif Hüseyin ile buluşarak ortak düşmanlara karşı ayaklanmalarda yardım edileceğinin sinyalini verdiler. İlk olarak Arapları temsil eden Şerif Hüseyin’in isteklerini öğrenmek için McMahon, el Faruki’yi kullanarak bir mektup gönderdi. Mektupta Hüseyin’e en verimli iki bölge hariç istediği alanın çoğu üzerindeki talebini kabul edebileceklerini söyledi. Fakat bu bölgelerden bir kısmı Fransızlar tarafından istenen Suriye‘nin kıyı şeridi idi. Bir bölgeyi iki tarafa da söz veren McMahon, Fransa’yla ve Araplarla karşı karşıya gelmek yerine ikisiyle de gizli bir anlaşma yapma kararı aldı.
Fransa İngilizlerle ilk toplantıda kendilerini temsil etmek için Georges-Picot görevlendirmişlerdi. Georges-Picot İngiliz hükümetiyle gerçekleştirilecek olan görüşmeye hazırlanırken Kahire’deki Fransız elçisi Defrance, el Faruki’ye sorarak İngilizler ile Hüseyin’in bağlantı kurduklarını tespit etmiş ve bu da Georges-Picot’u şüphelendirmiştir. 23 Kasım’da Whitehall’de alışılmadık bir biçimde tek taraflı bir toplantı gerçekleşti. Masanın bir tarafında sarışın Georges-Picot vardı; diğer tarafta ise Orta Doğu’da çıkarı olan üç hükümet biriminden yedi İngiliz temsilcisi bulunuyordu. Toplantıda İngilizler bağımsız bir Arap devletinin kurulmasını destekliyordu. ‘Araplara büyük bir devlet vadetmek gözlerine kum atmaktır.’ diye cevap vermişti Georges-Picot soğukkanlılığını hızlıca geri kazanarak. ‘Böyle bir devlet hiçbir şekilde hayata geçmeyecektir. Bir dolu kabileyi yaşanabilir bir bütüne dönüştüremezsiniz’ diyerek İngiliz meslektaşlarına, kendileri Gelibolu seferinde dağılmışlarken Fransızların Batı Cephesi’nde savaşmanın yükünü taşımış olduğunu hatırlatan Picot ‘Savaşın başlangıcında olsaydı farklı olabilirdi fakat şimdi, bir sürü can kaybından sonra Fransa Araplara Bağımsızlık verilmesine asla rıza göstermez’ İlk toplantı İngilizleri hüsrana uğratmıştı.
 21 Aralık’ta İngilizlerle yeniden buluştuğunda isteksiz üstlerinden bir ödün olarak Fransa’nın kontrol edeceği bölgenin boyutunda kısıtlamaya gitmek isteyeceklerini söyledi. İngilizlerin Şerif hakkında  ‘paniğe kapılmış’ olduklarını hissederek Fransız etki alanına doğuda Musul’dan Dicle Nehri’ne kadar genişletilmesi konusunda anlaştıkları talebini iletti. Georges-Picot pazarlığı zorlayacağını düşünmüştü fakat dirençle karşılaştı. Bunun arkasından İngilizlerde Arap devleti için Lübnan’ı istediğini söyledi. Bu yerin farkında mısınız diyen Georges-Picot geri adım atmadı ve ikinci toplantı da ilki gibi çözümsüz bir şekilde sonuçlandı.
Bu gördüğümü çözmek için Sykes ve Picot 21 Aralık öğleden sonra özel olarak görüştü. Bu görüşme sonrası bir antlaşma imzalandı. Sykes-Picot Antlaşması’nda, iki adam McMahon’un Hüseyin’e verdiği Arap bağımsızlığı sözüne inanır gibi yapmışlar ancak sonrada Sykes’ın çöldeki sınırı- Akdeniz kıyısındaki Akka’dan İran sınırından yakın Kerkük’e İngiliz Yüksek Komiserinin Hüseyin’e önerdiği bölgeyi ikiye bölmekle kullanmışlardı. Sınırın kuzeyi Fransız, güneyi de İngiliz korumasına girecekti.

MAVİ KIRMIZI VE KAHVERENGİ

Sykes-Picot antlaşması sonrası Orta Doğu Mavi, Kırmızı ve Kahverengi olarak bölgelere ayrıldı. ‘Mavi’ Fransız Bölgesi Suriye ve Lübnan sahilini kapsıyor, modern Türkiye’ye doğru uzanıyordu. ‘Kırmızı’ İngiliz bölgesi de Güney Irak’ta mevcut İngiliz köprübaşını Bağdat’a uzatıyor ve ayrıca Hayfa Limanı’nı kapsıyordu. Filistin kahverengi olarak resmedilmişti.

GERİLLA LAWRENCE

1914 yılında savaş çıkınca, Lawrence gönüllü oldu ve hızlıca Kahire’deki İngiliz ordusunun istihbarat servisine yollandı. Fakat yaptığı iş, yani Osmanlı ordusunun hareketlerini haritalandırılması onu çok sıktı. Hüseyin’in çok beklenen ayaklanması Haziran 1916’da patlak verip Mekke’yi Türklerden aldıklarında bir anda sönünce Lawrence bir şans doğdu. Hüseyin Türkleri başarılı bir şekilde Mekke’den kovarlarken azımsanmayacak bir Osmanlı kuvveti, Şam’dan tren yolu ile erzak alabildikleri iki yüz kilometre kuzeydeki Medine’de bulunuyordu. Arap gerilla savaşını başarıya ulaşması durumda İngiliz çıkarlarının ortadan kalkabileceğinden hiç endişelenmeyen Lawrence Hicaz demiryolunu devamlı tahrip ediyordu. Lawrence bomba yapmayı ve gerilla taktiğini iyi bilen bir İngiliz ajanıydı.  Türkler ile İslam’ın merkezi arasında duran tek şey bir dizi girintili çıkıntılı dağ, yani Hicaz’dı. Hicaz ise zayıf silahlara sahip Bedeviler tarafından korunuyordu.  Hüseyin’in oğlu Faysal tarafından yönetilen bedeviler her türlü yabancı müdahaleye kati suretle karşıydılar. Lawrence’ının görüşmesi için Şerif Hüseyin gönülsüzde olsa ikna edilmişti. Lawrence meslektaşlarının ilkesel olarak giymeyi reddettiği Arap kıyafetini kuşanmış ve deve üstünde Hüseyin’in Osmanlı intikamına karşı son istihkâmı olan koyu sarı renkli dağlara doğru yola çıkmıştır. Kabiledeki insanların ihtiyaç duydukları şeyin kabilelerle geçirdiği tek güne dayanarak, doğuştan gerilla savaşçıları ve tek ihtiyaçları kendileri gibi kişilerden gelecek tavsiye, altın ve mühimmat olduğunu söyledi. İsyanın başarısızlığının Hüseyin’den kaynaklandığını düşünen Lawrence Hüseyin yerine oğullarından birinde karar kılmayı planladı. Bunun için oğullarından Faysalı seçti. Faysal Suriye ve Irak’taki şehirlerde yer altı örgütlenmesi yapan küçük Arap milliyetçi gruplarının üyelerini tanıyordu. Bu bağlamda Faysal Hüseyin’in isyanını kuzeye taşımak için en uygun kişiydi. Lawrence Faysalın arzularını destekledi ve Suriyeli ve Iraklı milliyetçi ile asabi kabilelerden oluşan ordusunu bir araya getirmesinde yardımcı oldu. 1917 Ocak ayında kuzeye doğru önemli atılım yaparak Vecih’i ele geçirdiler. Bu yer Medine’deki Türk garnizonunun erzak için bağlı olduğu Hicaz yolunun iki yüz kilometrelik kısmına çok yakındı. Lawrence kısa sürede diğer İngiliz subayları ile taktik konusunda ayrı düştü. Enerjilerini, Türkleri Şam’a bağlayan demiryolunu devamlı hasara uğratarak Medine’de teslim olmaya harcamak isterlerken, Lawrence bu planın başarılı olması durumda ayaklanmasının erken sona geleceğini biliyordu. İngiliz desteği çekilecek ve Şam ‘ı Fransızlara bırakmamak konusunda umutları suya düşecekti. İngiliz hükümeti hem Araplara hem de Fransızlara verdiği çelişen hedeflerini ortaya çıkması riski ile karşı karşıya kaldığı Arap müttefiklerine ihanet edeceğinden kuşkulanıyordu.

İNGİLİZLER SAHNEYE ÇIKIYOR
Osmanlı’nın Suriye’de uğradığı hezimet sonucu David Lloyd George ‘Türkiye’yi bölme işini’ nasıl yapacağına dair kafa yormaya başladı. Türkleri sevmeyen Lloyd ‘gelecekte Türklerin bu muazzam diyarları kötü bir şekilde idare etmesine izin vermemeliyiz diyordu. Peki, Osmanlı olmazsa kim olacaktı bu bölgelerin sahibi. Maurice Hankey’ye göre Filistin ve Musul’u İngiliz bölgesini dâhil edip Fransızları Suriye’nin dışında tutmaktı. Başbakan’ın birden ortaya çıkan Musul ilgisi Hankey’den geliyordu. İngiltere’nin petrol ihtiyacı üzerine kıdemli bir amiral tarafından yazılan bildiriyi okuduktan sonra, sekiz hafta önceden şehrin önemi konusunda Lloyd George’u uyaran da oydu. Amiral, petrolün kömürden dört kat daha verimli olması sebebiyle ileride temel deniz yakıtı olacağını açıklamıştı. Bu da İngiltere’yi savunmasız bırakacaktı çünkü kendi kömür yakıtları olsa da petrol tedariki için Birleşik Devletlere bağlıydı. Başkan Wilson’un emperyalizm düşmanlığına karşı, eğer İngiliz İmparatorluğu baskın deniz gücü olarak kalacaksa,’ sahip olabileceği en yüksek miktarda petrolün tartışmasız kontrolünü elinde tutması’ gerektiğini belirtti. Mezopotamya ve İran petrol alanlarını denetim altında tutan güç, geleceğin yakıtlarının çoğunun tedarik kaynağını kontrol edecekti. Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiki olan Fransa'yı savaşın sonunda satışa getirdi. 30 Ekim 1918'de “Osmanlı Devleti’yle ateşkes imzalanmış olmasına, üstelik Fransa'nın “Skyes-Picot” anlaşmasına bağlı kalmakta ısrar etmesine rağmen İngilizler 4 gün sonra Musul’u işgal ettiler. 1918 sonrasında İngiltere ve Fransa arasındaki bir diğer çelişkiyse Mezopotamya ile İran'dan Doğu Akdeniz'e gidecek petrol boru hatları için Suriye'deki bölgesel düzenlemeler ve diğer yerlerdeki geçiş haklarıyla ilgiliydi. İngilizler başta çoraklı toprakların altında bulunan petrolün yalnızca kendilerine ait olacağını umuyordu fakat Fransa’nın Musul’dan vazgeçmesinin bedeli bulacak her petrolden alacakları paydı. Kısa süre sonra Amerikalılar da müdahalede bulundular. İngilizler ABD’nin baskısına karşı dik durdular. Amerikalıların Türkleri silahlandırdığı düşüncesi korku yarattı ve bunun üzerine Churchill ABD’nin petrolden pay almadığı durumunda sorunların çözülmeyeceğini söylemiştir. Fransa İngiltere'nin Musul planını sekteye uğratacak bazı girişimlerde bulundular. Hatta İngilizler, Fransa'nın el altından Türkiye'ye destek verdiklerinden kuşkulandılar. Fransızlar her hangi sorunda petrolün varış noktasını elinde bulundurduğundan petrol ikmalini engelleyeceklerini dile getirdiler. Bunun üzerine Fransa’ya yaptırım uygulayan İngilizler,  Fransızlar köşeye sıkıştırılmış olmaktan mutsuzdular. İngilizler Irak petrolünün kontrolünü elinde tutmaktaki kararlılığı meyvelerini vermişti anca bu, Fransızlarla olan ilişkilerini zedelemişti. Süveyş Kanalının doğu siperi olarak 1920 yılında Britanya tarafından ele geçirilen Filistin o anda Irak petrolünün satış yeri olarak yeni bir stratejik önem kazanmıştı. Bu da İngilizleri orada ne pahasına olursa olsun hem varlıklarına karşı tırmanan muhalefete rağmen kalma konusunda kararlı olmaya yitmişti.

YAHUDİ DEVLETİ KURULUYOR

Kahverengine boyanan Filistin topraklarının kaderi uluslararası yönetime bırakılmıştır. İngilizlerde Fransızlarda Sykes-Picot antlaşmasında Filistin’i uluslararası yönetime bırakılmasından memnun değildi. İki ülkede bir birinden habersiz planlar yaptı. Bu planlar esnasında Siyonist hareket gittikçe önem kazanıyordu. İngilizler yıllardır hükmet kulislerinde dolaşan bir fikri gündeme aldılar. Bu da Siyonizm’i yani Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak için yapılan henüz pek başarılı olmamış politik kampanyayı desteklemekti. Bu Britanya’nın Orta Doğu’daki konumunu güvence altına almak için daha iyi bir yol sunuyordu. Fransa 1915’te Suriye hakkında konuşmaya başlar başlamaz hem Yahudi hem de Siyonist olan bir bakan, Herbert Samuel Filistin’de bir Yahudi devleti görmeye yönelik uzun zamandır beslediği ihtirasını öne çıkarma fırsatını değerlendirdi. Süveyş’in doğusunda hemen kurulacak bir Yahudi kolonisi destekleyerek Britanya’nın Süveyş Kanalı üzerindeki kontrolünü tehdit edebilecek düşman yabancı güçleri bu bölgeden mahrum bırakabileceklerini söylemişti. İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Siyonist liderlerden Lord Rothschild’e 2 Kasım 1917’de gönderdiği bu mektup; Filistin’de bir Yahudi devleti varlığının sonuna kadar desteklendiğinin kanıtı oldu. Bu olay tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçti. İngilizleri desteği ile Filistin’e gelen Yahudiler gittikçe büyümeye başladılar. İngilizlerin asıl destekteki amacı ABD ve Yahudi desteği almaktı. Araplar bu durumdan rahatsız olamaya başladı. Filistin’de gerilim arttı ve Yahudi ve Araplar birbirlerine saldırı düzenledi. Yahudi göçü, giderek artan ama aynı zamanda yoksul olan Arap nüfusunun elden çıkarılması için baskı altında olduğu topraklara yönelik talep artmıştı. Araplar ile Yahudiler arasındaki, bu giderek ucu kaçan kısasa kısas İngilizleri bir çıkmaza soktu. Yahudilerin kabul etmeyeceği iki şey var: biri kendi ülkelerine azınlık muamelesi görmek, diğer, Filistin’e yapılan göçün izne tabi olması. Kendi evlerinde yabancılara tarafından yönetilmek istemiyorlar. Yahudi devletine destek vermenin doğru bir politika olduğu Truman’ ın gözünden kaçmamıştı. Politik tutumu sadece Amerikalı Yahudiler arasında değil, İsraillerin vaat edilmiş toprakları yeniden ele geçirmesine yardım etmek isteyen inançlı Protestanlarda da yankı bulmuştu. Kook’un propagandasında her Yahudilerden ziyade İbranilere değinmesinin sebebi buydu. Birçok Amerikalı için Siyonistler kendileri gibi göçmendi ve siyahi Amerikalılar da Truman’ın ezilenleri desteklemesinden memnndu.1947’deki seçimler gösterdi ki üç kişiden biri Yahudi devletinin kurulmasından yanaydı.  ABD'nin Fransa'nın desteğini alan Yahudiler BM üye bazı ülkelere terör saldırılarla, entrikalarla ve baskı uyguladılar. Kısaca İsrail devletinin kurulması için her yola başvurdular. 29 Kasım 1947 günü BM Genel Kurulunda 13 ret, 33 kabul oyuyla aldığı kararla Filistin, Arap ve İsrail devletleri arasında bölündü. Sonuç İsrail-Filistin Savaşı başladı. 14 Mayıs 1948'de BM paylaşım planı uyarınca David Ben-Gurion tarafından İsrail Devletinin kuruluşu ilan edildi.


SONUÇ


 İngilizlerin oyunları, bitmek bilmeyen rekabet anlayışı, Orta Doğuyu günümüzde de halen devam eden bir çıkmaza soktu. Dünya savaşından sonra ayakta sağlam duran Fransa ve İngiltere bu sağlamlığı yarış anlayışına dönüştürdüler. Kim daha hızlı giderse o kazanacak fakat yarışta her şey serbest. İngilizler hem Araplarla hem Fransa’yla hem de ABD ile zıtlaşmamak için bütün kozlarını kullanıyor. Kozu bitince başlattığı kargaşa ortamından birden çekiliyor. Ben alacağımı aldım dercesine. Ne olsa Musul bir süre ellerinde idi. Fransa haçlı toprağı diye göz diktiği Suriye, bugün aynı şekilde kaderi belirsiz bir konumda. Bu sorun Sykes-Picot antlaşmasının anlaşılamaması. Öyle bir paylaşım var ki köşe kapmaca oyununa benzer bir durum ortaya çıkıyor. Kim köşeyi kaparsa orası onun. Araplar Osmanlının vergisinden kaçıyor. İngilizlerin sömürüsüne geçiyor. Böyle bir düşünceye devam eden Araplar halen günümüzde de ne yaptığının farkında değiller.  Yahudiler Hitlerin ve Çarlık Rusların baskısı ile Filistin’e büyük göçler veriyor. Bu göçler Yahudilerin mazlum olduğunu gösteriyor güya fakat mazlum olan Yahudiler gücü eline alınca katliamlara başlıyor. Gittikçe büyüyen ABD açık bir şekilde destek vererek bu katliamların tuzu biberi oluyor. Akıllı bir şekilde politika yürüterek stratejik açıdan önemli ülkelerde üst makamlarda yerlerini alan Yahudiler soyları için bütün entrikaları deniyorlar. Yeri geliyor terör eylemleri yeri geliyor ambargo ve hatta açık bir şekilde tehdit ediyorlar İsrail devletinin kurulmasını desteklemeyenleri. Bu kadar oyun güzel oynanınca Orta Doğu’nun tek kazananı yedeklerden gelen Yahudiler oluyor… 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKLERDE 12 SAYISININ ÖNEMİ(12 HAYVANLI TÜRK TAKVİMİ, MAKAM VE BURÇLAR)

Musalar, Yunan mitolojisi

Yeni Zelanda ÜLKE RAPORU