AFGANİSTAN İSLAM CUMHURİYETİ
AFGANİSTAN İSLAM CUMHURİYETİ
Ülkenin Sloganı
Allah’tan
başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.
Devlet
Başkanı
Eşref Gani
İcra
Heyeti Başkanı
Abdullah Abdullah
Dışişleri
Bakanı
Selahattin Rabbani
Konuşulan
Diller
Darice % 50 (resmi dil); Peştuca % 35 (resmi
dil);
Özbekçe-Türkmence % 11; diğer %4
Önemli Siyasi Partiler: Cemiyeti
İslami Partisi, Afganistan Halkının Birliği Partisi (HVMA), Afganistan Halkının
İslami Birliği Partisi (HVİMA), Afganistan İslam Birliği Partisi (CMİA), Ulusal
Kurtuluş Cephesi Partisi (HCNM), Afganistan’ın Geleceği İçin Değişim ve Umut Koalisyonu,
Afgan Sosyal Demokrat Partisi, Afganistan Liberal Demokrat Partisi
Eşref Gani Ahmedzai
Afgan politikacı, ekonomist
ve Antropolog. Genellikle Eşref
Gani olarak anılmaktadır. 21 Eylül
2014 tarihinde Afganistan Devlet Başkanı seçildi. Daha önce Maliye
Bakanı ve Kabil Üniversitesi'nde başkan olarak görev yaptı.
KOMŞU ÜLKELERİ,
Afganistan Devleti, Afganların bölgedeki diğer topluluklar üzerinde
üstünlük kazanmaları ile 18. asırda kurulmuştur. Dil ve ırk birliği bulunmayan
bu ülkede, siyasi birlikte yoktur. Afganistan’ın toprak büyüklüğü, 657.500 km2‘lik bir yüzölçüme sahiptir. Afganistan; kuzeyinde Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan
ile; doğusunda Çin Türkistan’ı (Doğu Türkistan), Keşmir ve Pakistan ile;
güneyinde Pakistan ve batısında ise, İran ile komşudur.
En yüksek yerin adı NOSHAQ’tır
Doğal Kaynakları
Afganistan,
zengin doğal kaynaklar rezervlerine sahip bir ülkedir. Ülkede büyük petrol ve
doğal gaz rezervleri mevcuttur. Ayrıca enerji ve sulama ihtiyacını karşılayacak
çok zengin hidroelektrik potansiyeli bulunmaktadır.
Kömür,
bakır, krom, talk, bariton sülfür, kurşun çinko demir, cevheri, tuz değerli ve
yarı değerli taşlar diğer doğal kaynaklardır.
Ana
ihracatları: Meyve, fındık, el halısı, yün, pamuk, deri, kıymetli ve yarı
kıymetli taşlar.
Gelir Kaynakları
Tarım
ve Hayvancılık(Tarıma
Uygun Arazi 11,9%)
Yeraltı
Kaynakları
Para Birimi: Afganistan
Afgani
Gayrisafi Yurt İçi Hasıla: 20.84$
GSYİH SAĞP(satınalma gücü paritesi),(Kişi Başı Yıllık):1.900$
Din
Hıristiyanlık: 0,1%
İslamiyet: 99.7%
Hinduizm: 0.33
Diğer Dinler: 0.06%
2016
yılında Afganistan Nüfusu
33.369.945
Nüfus Artışı 843.383 (% 2,59)
Dünya Nüfusuna Oranı % 0,5
Kadın(% 48,4) 16.160.162
Erkek (% 51,6) 17.209.783
Nüfus Yoğunluğu51 kişi / km2
Nüfusun Katlanma Süresi28 yıl
Kent Nüfusu Oranı% 27,1
Kır Nüfusu Oranı % 72,9
Ortanca Yaş17,5 yıl
Ortalama Ömür 61,0 yıl
Etnik Kökenler
Çok
karışık bir etnik özellik gösteren Afganistan; esas itibari ile Afgan, Tacik ve
Türklerden meydana gelmektedir. Ülkedeki ikinci büyük etnik grubu oluşturan
Türklerin nüfusu, 5-6 milyon dolayındadır. Özbekler, Türk grupları içinde en
çok nüfusa sahiplerdir. Bunlar; genellikle esnaf ve çiftçi olarak çalışırlar ve
Afgan Türkistan’ı denilen bölgede yaşarlar. Bugün Özbek nüfusunun 3 milyonu
geçtiği tahmin edilmektedir. Kunduz, Andhoy,
Meymene,
Akça ve Balar, Mugap,
Katagon
ve Bedahşah,
Özbekler’in
yaşadığı bölgelerdir.
Yemek Kültürü
Yemeklerde
en çok kullanılan malzemelerden biri et değeri ise prinç.
Hamurdan
yapılan yemeklerden ilk sırada Mantı ve Aşak
gelir.
Tatlılardan baklava, sütlaç ve celebi çok meşhurdur.
Tatlılardan baklava, sütlaç ve celebi çok meşhurdur.
Siyah
ve yeşil çay Afganistan’da çok içilir aynı zamanda süt içmek de yaygındır.
AFGANİSTAN’IN COĞRAFİ YAPISI
Genellikle üzerinde sıra dağların bulunduğu yaylalardan ve yer yer de ovalardan oluşmaktadır. Bir ziraat ve tarım ülkesi olan Afganistan’da kuraklığın yaygın olması ve elverişsiz tabii şartlardan ötürü toprakların ancak onda biri kullanılabilmektedir. Coğrafi şartları çerçevesinde idari olarak da Afganistan, bazı bölümlere ayrılmıştır. Bunlar; Kabil, Kandehar, Herat, Hezaristan, Nuristan, Vehan, Bedahşan ve Türkistan’dan oluşmaktadır.
TARİHÇE
Afganistan,
sahip olduğu coğrafi konumdan dolayı tarih boyunca çeşitli milletlerin istila
ve işgaline maruz kalmıştır. M.Ö. 500’lü yıllarda ilk defa İranlılarca işgal
edilen bölge, daha sonra Büyük İskender orduları tarafından ele geçirilmiştir.
Arkasından bölgede Baktriana
Devleti kurulmuştur. Bu devlet, kurulmasından yaklaşık bir asır sonra
Hindistan’da bulunan Çandragupta
devletli ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.
480 yılından sonra Afganistan’ın yeni hakimleri, başka Türk kavimleri olmuştur.
Önce Akhunlar,
bu topraklara yerleşmiş; ancak Göktürklerin baskısı sonucu 4. yy’da
hakimiyetlerini kaybetmişlerdir. Daha sonra Akhunlar,
bölgede kalmış ve Halaçlar olarak yaşamayı sürdürmüşlerdir. 7. yy sonlarına
doğru bölge, İslamiyet’i yayan Arap ordularının istilasına uğramıştır. Bu
istila kısa sürmesine rağmen İslamiyet Afganistan’da önemli ölçüde kabul
görmüştür.
İslamiyet’in
yayılmasıyla burada Samani, Gazneli,
Büyük Selçuklu Devleti ve Harzemşahlar
gibi Müslüman-Türk devletlerinin hakimiyetleri görüldü. 1220’den sonra
Moğollar, Afganistan’ı istila edip uzun bir süre (bir buçuk asra yakın) ülkeye
hakim oldular. Moğol hakimiyeti, Afganistan’da yaşayan Türk boylarını
Anadolu’ya göçe zorlamıştır. Bölgedeki Moğol egemenliği, 14. yy sonlarında
Timur ordularınca sona erdirilmiştir. Timur’un kurduğu devlet, ölümünden sonra
dağılmışsa da torunlarından Muhammed Babür’ün bölgede kurduğu Türk devleti uzun
süre yaşamıştır. Babür’ün Afganistan’ı merkez yaparak kurduğu devlet, sadece
buraya değil Hindistan’a da Türker’in tekrar yerleşmesini sağlamıştır.
18.
yy’da
Babür Devletinin zayıflaması üzerine, Afgan kabileleri de bağımsız hareket
etmeye başlamıştır. Bu durumda Gılzay
gibi bazı kabilelerin Babür, Abdaliler
gibi bazılarının da İran tarafında yer almaları, ülkedeki karışıklığı
artırmıştır. Bu esnada Nadir Kulu komutasındaki Türkmen ordusu Afganistan ve
İran’ı yönetim altına almış; Hindistan Babür Türk Devletini de vergiye
bağlamıştır. Nadir Şah’ın ölümünden sonra yönetime geçen Ahmet Şah,
Hindistan’daki Babür Devleti’ni hakimiyeti altına almıştır (1756-1757).
Bu yıllarda İran’ın sergilediği yayılmacı tehlikesini gören Ahmet Şah, bu
konuda Osmanlı Devleti ile müşterek hareket etmeyi istedi ise de, girişimlerinden
bir netice alamamıştır. Ahmet Şah’tan sonra Afganistan yönetiminde bulunan
Timur Şah ve Zaman Şah dönemlerinde ülke, önceki ihtişamlı ve güçlü durumunu
koruyamamış, iç karışıklıklar baş göstermiştir.
Bu
karışlılıklar 19. asrın ilk çeyreğine kadar sürdükten sonra, Dost Muhammed’in
yönetime geçmesi ile ülkedeki birlik tekrar sağlanmıştır. Ancak bu dönemde ise
Kuzey Hindistan, Afgan birliğini zayıflatma çabası içine girmiştir. Bu yıllarda
İngilizlerin yavaş yavaş Hindistan’ı hakimiyetleri altına aldıkları
gözlenmektedir. İlk Afgan-İngiliz ilişkisi, Kuzey Hindistan’da Peşaver
sorununun çözümünde İngiliz hakemliği ile olmuştur. Arkasından 1839-1842
yılları arasında süren ilk İngiliz-Afgan harbi patlak vermiştir.
Dost Muhammed, ülkesi İngilizlerce işgal edilmesine rağmen 1863’te Kabil’e
dönerek tekrar Afgan birliğini sağlamıştı. Dost Muhammed’in 9 Haziran 1863
tarihinde vefat etmesi ile Afganistan, tekrar iktidar mücadele kaosuna
sürüklenmiştir. Şir
Ali’nin 1868’de iktidarı ele geçirmesiyle bu mücadele durulmuştur. Rusların
Türkistan’ı işgali, Afganlar ile İngilizleri doğal müttefik yapmıştır. Ruslar,
Türkistan’ı işgal etmelerine rağmen Afganistan önderliğinde Orta Asya
Devletleri’ni de içine alan bir birlik oluşmasından hep çekinmişlerdir.1879’da
vefat eden Şir
Ali’nin yerine Yakup Han geçtiyse de, kısa bir süre sonra Afganistan’ın
hakimiyetini Abdurrahman
Han ele geçirmiştir. 1901’de vefat eden Abdurrahman
Han zamanında ikinci İngiliz-Afgan savaşı yaşanmıştır (1878-1880). Bu savaş
sonunda ülke, büyük çapta harap olmuş ve milli birlik zayıflamıştır.
Afganistan’ın içinde bulunduğu bu olumsuz şartları fırsat bilen Ruslar, 1881’de
Türkmenistan’ı işgal etmiş ve böylece de Afganistan ile komşu olmuşlardır.
1901’de başa geçen Habibullah
Han, 1919’da ölünce yerine Emanullah
Han geçti. Emanullah
Han, Hindistan’daki İngiliz valiye bir mektup göndererek Afganistan’ın bağımsız
bir devlet olduğunu ve İngiltere ile iyi ilişkiler kurmak istediğini
iletmiştir.
İngiltere ise, Afganistan bağımsızlığını kabul edip-etmemekte tereddüt
etmiştir. Bu durum ilişkilerin gerginleşmesine ve üçüncü İngiliz-Afgan harbinin
başlamasına sebep olmuştur (1919). Bu savaşta başarı elde edemeyen İngilizler,
8 Ağustos 1919’da yapılan anlaşma ile Afganistan’ın bağımsızlığını tanımıştır.
Kâbil Afganistan'ın başkenti ve
en büyük şehri.
Aynı
zamanda ülkenin Kabil Vilayeti'nin de yönetim merkezi olan kent ülkenin
doğusunda yer alır. 2011 yılı resmi rakamlarına
göre banliyöleriyle birlikte 3,9 milyona yaklaşan nüfusuyla sadece
ülkenin değil Merkezi Asya'nın da önemli merkezleri arasındadır.
Kabil'in
önemli ticari ürünleri; taze ve kurutulmuş meyve, fındık, Afgan kilimleri, deri
ve koyun derisi, iç giyim ve mobilyadır. Başlıca sanayi ürünleri ise; pamuklu
ve yünlü dokuma, besin ürünleri ve mermerdir. Kabil'de çok sayıda tarihsel yapı
ve Babür'ün mezarı bulunur. Keza onun adını taşıyan bahçeden başka birçok park
ve bahçe kenti süsler ki 1978 işgalinden önce de günümüzde de şehrin büyük
turizm potansiyeli vardır. Fakat Ruslarla savaşın başladığı 1978
yılından beri şehrin ekonomik faaliyetleri önemli ölçüde azalmıştır. Son
yıllarda, özellikle 2001 yılından sonra Hamid Karzai döneminde
bu konuda bir canlanma olduğu görülmektedir.
Kabil,
3.500 yıllık tarihiyle, Güney ve Orta Asya ticaret yolları üzerindeki stratejik
konumu için pek çok devletin savaş alanı olmuş ve sürekli el değiştiren gözde
bir şehirdir. 1978 yılındaki Sovyet müdahalesi ve 2001 yılındaki
ABD işgali ise yakın tarihte görülebilen örneklerindendir.
Afganistan’daki
Gelişmeler ve Türk - Afgan İlişkileri
1919
- 1945 Arası DönemSovyetler
Birliği ve Afganistan birbirini ilk tanıyan ülkeler olmuşlardır. Sovyet-Afgan
anlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra, yani 1 Mart 1921’de, Afgan heyeti
ile Türk elçilik heyeti arasında da ilk Türk-Afgan ittifakı Moskova’da
imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre Türkiye Afganistan’ın bağımsızlığını
tanıyordu. Ayrıca taraflardan birine yapılacak saldırıyı diğer taraf kendine
yapılmış sayacaktı. Yine bu anlaşmaya göre, Türkiye kültürel yardım
çerçevesinde Afganistan’a öğretmen ve subaylar gönderecekti. Böylece iki kardeş
millet arasında mevcut olan manevi birlik, resmi bir anlaşma şekline dönüşmüş
oluyordu.
Türkiye ile Afganistan arasındaki dostluğun geliştirilmesinde Enver Paşa ve
Cemal Paşa çok önemli rol oynamışlardır.
Afganistan
ile İran arasında 1903’den beri devam eden sınır sorununda Türkiye’nin 1934’de
hakem olması istenmiştir. Türkiye, Kazım Orbay başkanlığında bir heyet
göndererek sorunu halletmiştir. Ayrıca Türkiye, Afganistan’ı uluslararası
alanda düştüğü yalnızlıktan kurtarmak için Milletler Cemiyetine girmesini
sağlamıştır. Yine aynı yıllarda Türkiye, çeşitli ülkelerdeki büyükelçilikleri
vasıtası ile Afgan çıkarlarını korumaya çalışmıştır.
1930’lu yıllarda Türk büyükelçisi olan Mahmut Şevket Esendal, Türk hükümeti ve
Atatürk’ün direktiflerini Afganistan’da başarıyla uygulayarak Türk nüfuzunu
artırmıştır. Ayrıca sempatik kişiliği ile de, Afgan kralı ve hükümetiyle yakın
ilişkiler kurarak hükümetin başdanışmanı haline gelmiştir. Türkiye’den giden doktor
ve uzmanlar da Afganistan’da üstün hizmetler vererek takdir
kazanmışlardır.
Afganistan’da bulunan Türk uzmanlar, olağanüstü çabalar göstermişlerdir.
Bunlardan birisi de Prof. Dr. Mehmet Ali Dağpınar’dır.
Dağpınar
hukuk müşaviri olarak gittiği Kabil’de Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bina ve
hoca yokluğuna rağmen, 9 Haziran 1938’de kurmuştur. 1957’de plan müşaviri
olarak tekrar Afganistan’a giden Dağpınar,
kurduğu fakülte mezunlarıyla birlikte çalışmıştır.
1945 - 1979
Arası Dönem
II.
Dünya Savaşı sonrası yıllarda Türkiye, bazı sıkıntılı devreler yaşaması ve
bunların üstesinden gelmesine rağmen hala Sovyet tehdit ve tehlikesi altında
olacaktır. Bu şartlar altında NATO ittifakına giren ve güvenliğini teminat
altına alan Türkiye, diğer dost ülkeler ve Afganistan’la olan dış ilişkilerinde
bazı değişiklikler yapmak durumunda kalmıştır. Bu durum, Afganistan’ı içeride
olduğu kadar dışarıda da sıkıntıya sokmuş ve yeniden yalnızlığa
itmiştir.
II. Dünya Savaşı sonrası Afganistan’da gerçekleşen hükümet değişikliği ile
başbakanlığa Şah Mahmut geçmiştir. Yeni hükümetle birlikte iç ve dış politikada
önemli değişiklikler olmuştur. İç politik gelişmelerin bazıları; tutuklu
muhalif liderlerin affedilmesi ve önemli bürokratik görevlere getirilmesi ve
yurt dışında eğitim görmüş Afgan gençlere devlet kadrolarında görev verilmesi
şeklinde belirtilebilir. Dış politikadaki önemli gelişmeler ise, dünyada artık
savaş öncesi İngiltere rolünü üstlenmiş olan Amerika ile yakın ilişki kurulması
ve Amerika’dan ekonomik yardım temini şeklinde olmuştur.
Bu yıllarda bazı Afgan kabileleri, Cinnah
liderliğinde bağımsızlık mücadelesi veren ve daha sonra da Pakistan’ı kuran
Hindistan Müslümanlarına büyük destek vermiş ve hatta Hindularla yapılan
savaşlarda bizzat yer almışlardır. Bu kabileler, yapılan bir plepistle(halk
oylaması) de Pakistan’a katılmak istediklerini beyan etmişlerdir.
1950’den
sonraki yıllarda da Türkiye'nin kardeş Afganistan’a karşı çeşitli yardım ve
dostça uyarıları sürmüştür. Bu kapsamda Türkiye; yayılmacı komünist tehlikesine
karşı Afganlıları uyarmış, İran’la olan sınır sorunlarının çözümünde yardımcı
olmuş ve Afganistan’ın Bağdat Paktı’na katılmasına çalışmıştır. Ancak o günkü
Afgan yöneticilerinin ileri görüşlü olmayışları ve içinde bulundukları
uluslararası şartlar, Afganistan’ı adım adım bir komünist işgale
sürükleyecektir.
Aynı yıllarda Sovyetler Birliği’nde iktidara gelen yeni yönetimde (Nikita
Hruşçev
ve ekibi), önceki Stalin döneminin baskıcı yayılma politikasını değiştirerek,
yumuşak ve yardım görünümlü bir yayılma politikası benimsemişlerdir. Bu yeni
Sovyet politikasının uygulanması için en uygun aday ülke, içinde bulunduğu
şartlar itibari ile Afganistan olacaktır. Bu yeni Sovyet politikasının da
etkisi ile Afganistan’da başbakanlığa Muhammed Davud Han getirilmiştir. Yeni Afgan
yönetimi, Amerika ile ilişkileri bozmak istememekle birlikte içinde
bulundukları ve çevrelerinde gelişen olayların etkisi ile yavaş yavaş
Sovyetlerle yakın ilişkiler kurmuştur. Bu durum karşısında Türkiye, hiç bir şey
yapamayacaktır. Davud
Han ve diğer bazı Afgan yöneticileri; Afganistan’da işçi sınıfının olmaması,
ezilen köylülerin bulunmaması, kalabalık şehirlerin olmaması, yüksek bürokrat
bir sınıfın yokluğu ve Afgan halkının İslamiyet'e çok bağlılığı gibi faktörleri
dikkate alarak komünizmin Afganistan’a asla gelemeyeceği ve zemin bulamayacağı
kanaatini taşıyorlardı. Ancak buna zıt olarak Sovyetler, yapacakları ekonomik
yardımlar ve tesis edecekleri kültürel ilişkilerle, Afganistan’ı da komünist
ailenin bir üyesi yapacaklarını düşünüyorlardı. Amerika’nın Afganistan’ın
yardım isteklerini yine geri çevirdiği bir sırada aradıkları fırsatı buldular
ve Sovyetlerin Kabil büyükelçisi aracılığıyla yardıma hazır olduklarını
ilettiler.
Davud
Han, Sovyetler’in
bu teklifini geri çevirmedi. Bunun üzerine 1954 yılında iki ülke arasında ilk
kredi anlaşması imzalandı, karşılıklı ziyaretler gerçekleşti. Başbakan Davud’un
1956’da Sovyetler Birliğine yaptığı ziyareti müteakip Sovyet danışmanlar,
Afganistan’a gelmeye başladılar. 1956’dan itibaren her sene 100 Afgan genci
Sovyetler Birliği’ne askeri ve eğitim amaçlı gönderildi. 1960’dan sonra ise
Sovyet uzmanlar, askeri akademilerde görev yapmak için Kabil’e geldiler.
Sovyet-Afgan işbirliği çerçevesinde eğitim dışında projeler, yol yapımı,
sulama, makine tamiri ve daha sonra da Jeolojik araştırmalar ve ziraat
alanlarındaki çalışmalar takip etti.
Sovyetler, Afganistan’da bazı zengin doğal kaynakları bulmalarına rağmen
bunları çıkarıp işlememişlerdir. Sadece doğalgaz çıkartmışlar ve bunun da büyük
bir kısmını, ülkelerine aktarıp kullanmışlarıdır. Sovyetler, izledikleri
komünist yayılmacı politikadan sonuç almaya başlamışlardı. Sovyet-Rusya’da
eğitim gören Afganlı gençler, beklide farkında olmadan Sovyet propagandası
yapmaya başlamışlardır.
Sovyetler Birliği, 1960-61 yıllarında Afganistan-Pakistan sorununu daha da
büyüterek iki İslam ülkesinin diplomatik ilişkilerini kesmesine neden olmuştur.
Pakistan ile ilişkilerini kesen Afganistan’ın dış dünya ile bağlantı kurmak
için yol olarak da Sovyetlerden başka bir alternatifi kalmamıştı. Böylece
Afganistan’ı istediği gibi kendine bağlı bir hale getirmiştir. Amerika bu
sırada devreye girerek, İran’ı ikna etmiş ve Afganistan’a ait vasıtaların bu
ülke üzerinden transit geçmesini sağlamıştır.
Amerika’nın Sovyet nüfuzuna karşı Afganistan’a destek vermesi ve Afganistan’ın
bu durumu çok iyi değerlendirmesi sonucu, önemli ilerlemeler kaydettiğini
görüyoruz. Ancak bu durum, 1970’li yıllara kadar sürmüştür. Amerika’da değişen
iktidarların Afganistan’a karşı ilgisiz kalmaları, buna karşın Sovyetlerin de
Afganistan’da hakimiyetlerini artırmaları sonucu iç çalkantılar ortaya
çıkmıştır.
Bu ortamdan faydalanan Davut Han (1963’de Başbakanlıktan ayrılmıştı), General Abdülkadir
liderliğinde solcu subayların ve Muhammet Tereki
önderliğindeki sivil Marksistlerin yardımı ile Zahir Şah’ı kansız bir şekilde
devirerek iktidarı ele geçirmiştir. Davut Han, meşruti krallık idaresini
kaldırıp kendisinin de başkanı olduğu Cumhuriyeti ilan etmiştir. Davut Han’ın
bu ikinci saltanatı, önemli ölçüde Afganistan’daki acı olayların da başlangıcı
olmuştur.
Marksistlerin desteği ile gerçekleşen 1973 darbesinden sonra solcu subaylara
orduda daha çok görev verilmeye başlandı. Ordudaki solcu atamaların hızlanması
benzeri durum emniyet teşkilatında da görülmeye başlandı. Ancak Davut Han, 1975
sonrası politikasında değişiklik yaptı. Sovyetlere karşı ne olduğu bilinmeyen
bir ilişki dönemine girdi. Sovyetler Birliği’nden açıkca
uzaklaştı. Davut Han, solcu olmayan yöneticilere de görev vermeye ve batıyla
iyi geçinme politikası izlemeye başladı.
1976’da İran’a gitti. 1977’de Mısır, Pakistan ve Suudi Arabistan’ı ziyaret
etti. Sovyetler Birliği, Davut Han’ın bu faaliyetlerini temkinli bir şekilde
izliyor ve Afganistan’daki danışmanlarının sayısını sürekli artırıyordu. Mayıs
1978’de Kabil’de toplanacak Bağlantısız Ülkeler Bakanlar Konferansı’nda
Davut’un tutumu ele alınacaktı. Aynı yılın Nisan ayında Kabil’e gelen Küba heyetine
karşı Afgan yönetiminin umursamaz tavrı ve daha önce sergilediği Küba aleyhtarı
faaliyetler, sosyalist ülkeler arasında Afgan yönetimi karşıtı bir cephe
oluşturdu.
Diğer
taraftan komünist Perçem Partisi’nden Mir Ali Ekber Heybar’ın
öldürülmesi üzerine ülke içinde komünistlerin Davut Han’a karşı başlattıkları
muhalefet, 17 Nisan 1978’deki hükümet darbesinin başlangıcı oldu. Heybar’ın
cenaze törenine 11 bin kişinin katılması Davut Han’ı endişelendirdi. Davut Han,
hemen harekete geçerek aralarında Babrak
Karmal
ve Nur Muhammed Terek’inin de bulunduğu komünist Halh ve Perçem liderlerini 24 Nisan’da
hapsetti. Tutuklananlardan Hafızullah
Emin, kaçmayı ve orduya haber göndermeyi başardı.
26 Nisan’da Vatan Car, Kabil’e bir tank birliği gönderirken; Abdülkadir
de, Davut’un sarayını bombalamak ve taraftarlarını ortadan kaldırmak için Hava
Kuvvetlerini gönderdi. Askeri birliklerin çoğu, bunun komünist bir darbe
olduğunun farkına bile varmadan destekledi. 27 Nisan’da Davut Han ve ailesi,
darbeciler tarafından öldürüldü.
Nur Muhammet Terekki,
Hafızullah
Emin ile Babrak
Karmal,
serbest bırakıldıktan sonra hükümet kurma çalışmalarına başladılar.
Yayınladıkları bildiri ile izleyecekleri politikalarını açıkladılar.
Darbeciler, bir taraftan güven tesise çalışırken diğer taraftan da Mayıs
1978’de bazı idam cezaları uyguladılar. Nisan 1978’de komünistlerin iktidara
gelmesi ile, Afganistan’daki Sovyet danışman sayısında büyük bir artış
gözlendi. Bu danışmanlar, Afgan polis teşkilatında ve gizli emniyet
teşkilatında birtakım düzenlemelere gittiler.
Muhalefette bulunanlara çeşitli işkenceler uyguladılar ve toplu infazlar
yaptılar. Ayrıca Şubat 1979’da A.B.D. Büyükelçisi Adolph
Dubs,
önce rehin alınmış ve sonra da öldürülmüştür. Büyükelçilerinin öldürülmesi ile
Amerika, Afganistan’daki Sovyet işgali karşıtı politikasında daha katı ve
kararlı olmuştur.
1979 - 1989
Arası Dönem
Sovyet
danışman veya teknisyenlerden Orta Asya kökenlilerin çoğunluğunu Tacikler
teşkil etmiştir. Sovyetler, Afganistan’ı istilaları sırasında Öğretim
Elemanları’nın yetersiz oluşu nedeni ile fazla başarı sağlayamamışlardır. Ancak
Sovyetler Birliği’ne eğitim amaçlı gönderilen Afganlı öğrenci sayısı önemli
miktarda artmıştır. Örneğin 1980’de Taşkent’teki 600 Afganlı öğrenci varken
daha sonra bu sayı, 5.000’e yükselmiştir.
1982 yılında Sovyetler Birliği’nde eğitim gören toplam Afganlı öğrenci sayısı,
25.000’e ulaşmıştır. Taşkent’te bulunan ve Özbekçe bilen bazı Afganlı
öğrenciler, ülkelerindeki mücahit faaliyetleri hakkında Özbeklerle bilgi
veriyorlardı. Bu durumu önlemek isteyen Sovyet yetkilileri, Afganlı öğrencileri
Moskova ve Leningrad’a taşımak istemiştir. Ancak Özbek lider Reşidov’ın
girişimleri ile, bu durum önlenmiştir.
Sovyetler, Afganistan’ı işgal ederken oradaki yer altı ve yer üstü doğal
kaynakları kullanmayı, Orta Doğu Petrol bölgesi ve Hint Okyanusu’nu denetim
altına almayı hesap ettiler. Ancak 10 yıl süreli işgal döneminde bu hesap
gerçekleşmemiştir. Bu başarısızlık, birçok sebebe dayanmakla birlikte bunlardan
üç tanesi özel önem arz etmektedir. Bu önemli sebepler:
(1) Müslüman Afgan halkının olağanüstü bir direniş göstermesi,
(2) Amerika’nın dünya kamuoyunda konuyu sıcak tutması ve bazı yaptırımlar
uygulaması,
(3) Sovyetlerin gerçekleştirdiği haksız işgalin ülke insanlarına getirdiği
yükün ve insan kaybının daha sonra başlayan açıklık politikası ile Sovyet
halkınca öğrenilmesi ve tasvip edilmemesi olarak
belirtilebilir.
Sonuç olarak on yıl süren işgali sırasında Sovyetlerin yaptığı zulüm ve
katliamlar cezasız kalmıştır. Bütün Müslüman ülkelerde olduğu gibi dünya
kamuoyu da Afganistan’daki haksızlıklar karşısında duyarsız kalmıştır.
Sonuç1900
öncesi haritaların incelenmesi ile Afganistan Devleti’nin bulunduğu bölgede
daha önce böyle bir devletin olmadığı anlaşılacaktır. Bu bölgede, ya eski
adıyla; Tatarya,
İskitler, Horasan, Cenubi (Güney) Türkistan gibi veya yönetim kurmuş hükümdar
veya sülale adıyla; Hunlar, Oğuzlar, Gazneliler,
Selçuklular, Babürlüler ve mahalli hanlıklar gibi isimlere rastlanacaktır.
Tarihte Afgan diye bir millet olmamıştır. Yaklaşık bir asır önce İngilizler,
böyle bir kelime yerleştirmiştir. Bölge halkı hayvancılıkla uğraştığından,
hayvanlarına otlak bulabilmek için kışın Penjap
vadisine göçer, ilkbaharda da geri dönerdi. Türkler bu halka, hareket eden veya
göçebe manasına gelen “Avghan”
derlerdi. Bu halk ise kendisini, “Pushtu
- Pushtan”
olarak anardı.
Rusların Türkistan’ı, İngilizlerin de Hindistan’ı işgal etmeleri, sınır
komşuluklarını gündeme getirdi. Bunun üzerine yaptıkları hesaplar ve aralarında
yürüttükleri gizli görüşmelerle, bir ara devlet oluşturmaya karar verdiler.
Böylece 19. asırda bir Afganistan Devleti doğdu. Ancak Güney Türkistan’ı da
kapsayacak bu devletin yönetiminde bölge halkı veya Türklerin bulunması,
İngiliz ve Rus çıkarlarına uygun değildi. Böylece İngilizler, Penjab
Sihlerini teşvik ederek ve silahlandırarak, William Cambell
adlı bir İngiliz subayın sevk ve idaresinde bölgeyi işgal etmelerini
sağladılar.
Daha
sonra Müslüman olduğu ve general unvanı aldığı görünümü verilen Cambell,
General Muhammed olarak beş şahın Genelkurmay Başkanlığı görevini yürütmüştür
(Emir Şir
Ali’den Emir Abdurrahman’a
kadar). Yaklaşık bir asır önce cereyan eden bu hadise, Taliban olayında da
tekrarlanacaktır. Taliban grubu, Pakistan’ın Peşaver
şehrinde organize edildikten sonra Afganistan’a sokularak yönetime
geçirilmiştir. Bu sefer, yerli Avghan
kabileri
silahları ile birlikte onlara katılmıştır.
Sözlük anlamı öğrenci olan Taliban, Peşaverde
ki medreselerde din dersleri alan gençlerin kurduğu bir örgüttür. Bu
çocukların, çok üstün savaş tecrübesine sahip mücahitler karşısında başarı
kazanması akıl ve mantıkla açıklanabilecek bir şey değildir. Talibanla
savaşan yerli halkın çoğunluğunu; Türkler, Tacikler ve Pushtan
olmayan Turanlılar oluşturmaktadır. Ayrıca Taliban kuvvetleri arasınada
birçok gayrimüslümün
de bulunduğu alınan esirlerden anlaşılmıştır.
Özellikle iç savaş ve kardeş kavgası dramının yaşandığı dönemde Afganistan’da
yaşayan halkların kaderine tesir edebilecek ve yaşadıkları derin ızdırapları
azaltabilecek rolü, sadece Türkiye üstlenebilirdi. Çünkü; bölgedeki Türk
soydaşlarının varlığı kadar diğer mücahit grupların güvenine sahip yegane ülke
Türkiye idi. Ne var ki gerek Türkiye’nin aktif arabuluculuk girişimlerinin
olmaması ve karşı taraftan da böyle bir talebin gelmemesi, bu fırsatın
kaçırılmasına neden olmuştur.
Yeni Afganistan Devletinin yapılanması, Saray’ın da belirttiği gibi, “Afgan,
Türk ve Tacik bölgelerinden oluşacak bir federasyon ile Afganca, Türkçe ve Tacikce’nin
resmi diller Kabil edilmesi” şeklinde olması en mantıklı görülmektedir. Ancak
bu şekilde ülkede kalıcı bir barış ve huzur tesis edilebilecektir.
KAYNAKÇA
https://www.slideshare.net/lemarzalmai1/afganstann-ksaca-tantm-sunumu-briefly-introduction-of-afghanistan-in-turkish-language
http://www.mfa.gov.tr/afganistan-kunyesi.tr.mfa
Yorumlar
Yorum Gönder